Sonra'Bak' dedi; 'Dünyanın en büyük insanlarının karşısına çıkan insanlar ne yapar? El-etek öper ve bir şeyler ister. Oysa büyük adamlar bindikleri araçlarda hep arka koltukta oturur. İşte benim hayattan aldığım en önemli ders bu. Sadece ve sadece şoförler dünyanın en büyük
Rusköylüsünün geriliğini, yoksulluğunu, baskı ve zulümden çektiklerini anlatmış, bu nedenle çarlığın gadrine uğramıştır. Çok geçmeden Puşkin’in çabalarına Lernokof, Gogol, Dostoyevski, Tolstoy gibi yazarlar da katılmış, bu sayede Rusça dünyanın sayılı edebiyat dillerinden biri, Rus edebiyatı da dünyanın en
BuŞehir Yıkılmayacak Şiiri. Şair: Cezmi Ersöz. Okunma: 1206. Bu şiir tam bir aşk şiiri diyorsan tıkla! Ben bir tek sana inanıyorum sevgi li. Ve sen de bu şehirde yaşıyorsun. Bu bana yetiyor. Benim bu şehre sonuna dek inanmam için bundan iyi bir neden yok şu an. Dünyanın en yalnız, en karamsar, içimizdeki o büyük ve o
Al-Qarawiyyin Kütüphanesi, Fas (MS 859) Bu antik, çok işlevsel ve Fas'ta önemli bir turistik yer. Al-Qarawiyyin'in genellikle dünyanın en eski operasyonel kütüphanesi olduğuna inanılıyor. Tunuslu zengin bir tüccarın kızı olan Fatima al-Fihri adlı bir kadın tarafından kurulan dünyanın en eski üniversitelerinden birinin bir
Kimseyezorla şiir ezberletmiyoruz. Bu kampanya isteyenler içindir. 1-Şiirlerde anlamını bilmediğiniz kelime varsa, sözlüklerden araştırıp öğreneceksiniz. 2-Kelime sorulduğunda anlamı söylemek zorundasınız. KISA ŞİİRLER. BİR GÜNÜN SONUNDA ARZU. Yorgun gözümün halklarında. Güller gibi fecr oldu nümayan,
rYViC. Buradasınız “Şiir yaz. Şiirdir kişiyi kurtaranbu karanlık, bu yalnızlıkla,berbatlıklarla dolu evrende.”[1] 21 Mart 2015 Dünya Şiir Günü’ için kaleme aldığı bildiride Afşar Timuçin, “Şiirin ölüm kalım savaşı verdiği bir dünyada yaşıyoruz… Evrensel cahillik her gün biraz daha yaygınlaşıyor, kurumlaşıyor, kökleşiyor saldırganlaşıyor. Hiçbir değer tanımama konusunda kararlı görünen dünya sermaye güçleri bu amaçlarını gerçekleştirme yolunda adım adım ilerlerken demokrat görünen demokrasi düşmanlarından, ahlâk değerlerini her şeyin üstünde tutar görünen ahlâk düşkünlerinden, devrimciliği kimseye bırakmayan kurulu düzen yardakçılarından alabildiğine destek görüyor. Bu yüzden şiire bugün daha çok gereksinimimiz var. Kurtuluşun yalan yanlış tasarılarda, köksüz temelsiz düşlerde, ikiyüzlü ya da çokyüzlü ilişkilerde, basit ve bayağı siyasetlerde olmadığını, güçlünün eline bakmanın onursuzluk olduğunu bilenler dünyanın ancak şiirle, şiiri yaratanlarla ve şiiri özümleyenlerle kurtulabileceğini de biliyor… Şiir bize daha da insan olma yolunda neler yapmamız gerektiğinin öngörüsünü sağlıyor. Şiir bize kim olduğumuzu, insan için ne yapmamız gerektiğini, insana adanmanın nasıl bir şey olduğunu öğretiyor,” derken; İnsanlık İçin Şiir, Şiir İçin Küresel Vicdan Koalisyonu!’ temasıyla düzenlenen IX. Uluslararası ŞİİRİSTANBUL Festivali’nin yayınladığı metinde de şunlar ekleniyordu “… Geleceğin ilk kez bir biçimi yok,’ diye yazmıştı Octavio Paz bundan on yıllar önce. Şimdi o gelecek gözlerimiz önünde biçimleniyor. Dehşet içinde. Utanç içinde. İnsana dair bildiğimiz her şeyi yeniden düşünmemize neden olan bir panik hâli içinde, o geleceğe bakıyoruz. Uçuruma bakar gibi. Uçurumun da bize baktığını bilerek... Küresel kapitalizmin insan varoluşu üzerinde kurduğu tahakkümü her alanda reddediyoruz! Artık nesnelerin değil moleküllerin bile telif hakkı alınarak şirket envanterine kaydedildiği bir dünyadayız. Yeryüzü, toprak, kutuplar, denizler, uzay. Hepsi küresel kapitalizmin arsız saldırısı altında… Dinmeyen işgal girişimleri altında... Toplumlar, insanlar sınırlara hapsolmuş, küresel sermaye ise sınır tanımadan dünyanın, coğrafyaların tüm dokularına sızarak hayatlarımıza el koyuyor. Dünyanın yüzde 1’i, dünyanın yüzde 99’unun alınterini, yarattığı katma değeri yüzsüzce çalıyor. Her şeyi görüyor ve hayır!’ diyoruz… İnsanlığın bu alacakaranlığında diyoruz ki; insan oldukça şiir de olacak! İnsana inandığımız için şiire inanırız! Yaşasın şairler, yaşasın insanlık için şiir!” Direnen, başkaldıran şiir, şairleriyle birlikte hep var olacaktır. Kolay mı? “Şiir yazmak da böyle büyüleyici bir uğraştır… Sorumluluk isteyen bir iştir şiir yazmak,” Melisa Gürpınar’ın işaret ettiği gibi… * * * * * Şiir, şairiyle vardır ve mücadeleyle, aşkla, isyanla… “Ağzınızdan çıkanlara daima dikkat edin. Çünkü bir sözü unutmak bir yüzü unutmaktan çok daha fazla zaman alır,” diyen komünist partizan Louis Aragon’un, Elsa’lı dizeleriyle… “Kâinat paramparça oldu bir akşamüzeri/ Her kurtulan ateş yaktı üstünde bir kayanın/ Gördüm denizin üstünde parlarken/ Elsa’nın gözleri, gözleri Elsa’nın...” demişti O…[2] Elsa’dan 12 yıl sonra, 1982’nin 24 Aralık günü 85 yaşındayken hayata veda eden Aragon’un şiirler yazdığı kadın, Triolet yetenekli bir yazardı. Hayatı boyunca fark edilmeyi bekleyen Triolet’nin hakkı yıllar sonra teslim edildi… Aragon, Elsa için dünyanın en güzel şiirlerini yazdı. En çok dile çevrilen, en çok okunan, en çok sevilen, en çok ezberlenen dizelerin kendisine yazıldığını bilerek yaşadı Elsa. Üstelik zekâsıyla, hoşluğuyla her kadını elde edebilecek bir erkekti bu şiirleri ona yazan. Herkes onların yeryüzündeki en mutlu çift olduğunu düşündü. Oysa Elsa yeryüzünün en mutsuz kadınıydı. Kocası ona yazdığı şiirlerle Louis Aragon olmuştu. Ama Elsa onun yanında yazdığı romanlarla “yazar” olamamış ve “mutlu aşk yoktur” demişti Aragon…[3] * * * * * Şiirin, şairin aşkı ve mücadelesiyle biçimlendiği; tutku ile ısrar örsünde dövüldüğünü bilmeyen yoktur. “Yanlış gücünü arttırıyor diye asla doğruya dönüşemez,” diyen ve adına “çağdaş” denen kapitalist uygarlığın bir vahşet olduğunu, “Demir zincirlerle geldiler,/ Tırnakları kurt pençelerinden keskin.../ Geldiler, insan avcıları,/ Gözleri karanlık ormanlardan daha kör./ Uygarlığın vahşi açgözlülüğü/ gösterdi utanmaz acımasızlığını,” dizeleriyle ifade eden Hint şair Rabindranath Tagore olduğu gibi… 1915’da İngilizler tarafından kendisine verilen “Sir” asalet unvanını yine bu ülkenin gerçekleştirdiği Amritsar Katliamını protesto etmek amacıyla 1919’da iade etti ve dünyevi kazanımların manevî değerlerin önüne geçemeyeceğini bir kez daha gösteren Tagore’un duruşuyla, Heinrich Heine’in hikâyesi paralellik arzeder. “Ya tümden hoşgörülü olun ya da hiç olmayın; ya iyilik yolundan gidin ya da kötülük yolunu tutun. Arada kalmak insan gücünü aşar”; “Dünyada, dünya nüfusundan daha fazla aptal var”; “Düşmanlarınızı affediniz ama onlar asıldıktan sonra”; “Kitapların yakıldığı yerde eninde sonunda insanlar da yanar,” diyen Alman ozan Heinrich Heine yaşamı boyunca 1797-1856; Yahudi kökenli olduğu için dışlandı ve Fransa’ya göç etmek zorunda kaldı; Bir Vatanım Vardı Güzel’ başlıklı “Vatanım bana Almanca sarılır, öperdi./ Nasıl da güzeldi böylesi, kimseler bilemez./ Almanca, seni seviyorum,’ derdi./ Ama bütün bunlar hep düşlerimdeydi,” dizelerindeki acılarla! Şiirleri, hâlâ dilden dile dolaşan Onun dizeleri Almanya’nın bütün okullarında okutulurken; Silezyalı Dokumacılar’, Lorelay’ başlıklı yapıtları en ünlü şiirleridir. 1933’de, Hitler döneminde, Heinrich Heine’nin adı ders kitaplarından silinip; yerine, “Adı bilinmeyen bir ozan” tanımı konulurken O, sürgün yaşamının son yıllarını yatalak olarak Paris’te geçirip, orada öldü; “Ölüm soğuk bir geceydi,/ Yaşamsa bir gündüz, ama boğucu./ Hava karardı uykum geldi,/ Güneşli gün yorucu mu yorucuydu,” dizelerini terennüm edercesine…[4] Ve “Her gerçek şair gibi devrimci”[5] diye anılan; 1936 yılında 38 yaşındayken İspanya İç Savaşı’nda tutuklanıp faşistler tarafından öldürülen Federico Garcia Lorca… Kendini, “Entegral olarak İspanyolum ve bu bana bir coğrafi yaşam alanı çiziyor; ama tek kimliği İspanyolluk olanlardan nefret ediyorum, bütün insanların kardeşiyim ve milliyetçi bir fikir uğruna kendini feda edenlerden tiksiniyorum. İyi bir Çinli bana kötü bir İspanyoldan daha yakındır. İspanya için şiirler yazıyorum ve onu iliklerime kadar hissediyorum ama önce bir dünya insanıyım ve herkesin kardeşiyim. O nedenle siyasetin çizdiği sınırlara inanmıyorum,” diye tanımlayan Lorca, Granadalıydı. Frankist milliyetçiler tarafından öldürülen Federico, 38 yaşındayken, 3 arkadaşıyla birlikte Granada’ya 10 kilometre uzaklıktaki doğduğu yer olan Fuente Vaqueros’da, 19 Ağustos 1936’da katledildi. 1965 tarihli ve Granada polisine ait belgeler Lorca’nın yaşadığı Granada’daki askeri yetkililerin emirleriyle öldürüldüğünü ortaya koyarken; İspanya’nın yakın tarihinin bu çok tartışılan cinayetini araştıran Fransız yazar Marcelle Auclair’in isteği üzerine yazılan polis raporunda Lorca’nın siyasi fikirleri nedeniyle öldürüldüğüne işaret ediyor. Şair “Sosyalist ve Masonların bir üyesi” olarak tanımlanıyor. Raporda Lorca’nın “eşcinsel ve anormal davranışları”na dair söylentilerden de söz ediliyor. Cinayetin nasıl işlendiği de belgelerde yer alıyor. Lorca’nın İç Savaş çıktıktan bir ay sonra 1936’nın Ağustos ayında arkadaşlarının evinde saklanırken yakalandığı ve Fuente Grande adlı yere arabayla götürüldüğü belirtiliyor. Ardından “suçlarını itiraf eden” Lorca’nın burada infaz edildiği açıklanıyorken; ister istemez “Yola baktım ama yol uzun/ Canım atım yaman atım/ Etme eyleme ölüm/ Varmadan Kurtuba’ya” dizelerini anımsıyor insan… * * * * * Dik durmak, diklenmek yani egemene boyun eğmemek şiiri var eden; şairi şair yapandır… Mesela Juan Gelman gibi… 16 Ocak’ta 83 yaşındayken aramızdan ayrılan Arjantinli Şair Juan Gelman, şairliği “Belleğin gölgesinin belleği olmak” olarak tanımlarken; toplumsal belleğin toplumların gelişimi için ne denli önemli olduğunu da bizlere gösterdi. 1976’da yapılan darbeden kısa bir süre önce ülkesinden ayrılan Gelman’ı bulamayan darbeciler onun yerine oğlu 20, kızı 19 ve 6 aylık hamile gelinini alırlar. Dört ay sonra kızını serbest bırakırlar, oğlunu öldürüp bir varilin içine koyar ve üzerini betonla kapatırlar. Gelinini de doğumdan sonra öldürür doğan çocuğunu ise bir polise verirler. 2000 yılında uzun uğraşlardan sonra torununun izine rastlar ve onu yanına alır. Ömrünün son nefesine kadar Diktatör Vileda’nın kaybettiği 30 bin çocuk için adalet ister, kavgasını verir. Ben “Şiir yazan bir militanım” diyen Arjantin’in en büyük şairi Gelman, sürgün, adalet, bellek ve kavgayı asla eksik etmedi şiirinden.[6] “İlerleme ve tekniğe tapmanın beraberinde getirdiği, herkes için tek bir uygarlık İdeali, bizi yoksullaştırır ve kötürüm eder,” diyen Octavio Paz gibi… O, geniş bir felsefi ve edebi- kültürel birikim içinde, devrim sonrası Meksika’sındaki kapitalist gelişmeler karşısında sürekli olarak yaşamın ve dünyanın anlamını sorgulayan ve “Bu dünya bizi koruyor ama eziyor; bizi saklıyor ama çarpıtıyor. Maskelerimizi çıkarıp atarsak, dünyaya açılırsak, kısaca, kendi karşımıza çıkma yürekliliğini gösterirsek, gerçekten düşünmeye ve yaşamaya başlayabiliriz yeniden,” diyen bir şairdi. “Aşk varolmak istiyorsa, dünyadaki yasakları çiğnemek zorundadır,” vurgusundaki boyun eğmezlikle yaşayan O; “Bir şairin hayat hikâyesi yoktur, şiirleri vardır” dese de, O’nun hayat hikâyesi çok renklidir. 31 Mart 1914’te Meksika’nın Mexico kentinde doğdu. Emiliano Zapata’yı destekleyen yerli bir ailenin oğlu. Ailesi iç savaş nedeniyle sıkıntıya düştüğü için zor koşullarda büyüdü. Meksika Üniversitesi’nde eğitim gördü. İlk şiir kitabı “Ormandaki Ay” 19 yaşındayken yayılandı. 1937’de İspanya’ya giderek Cumhuriyetçileri destekledi. 1963’te Meksika’nın Hindistan Büyükelçisi oldu. Meksika hükümetinin bir öğrenci eylemini kanlı bir şekilde bastırmasını protesto ederek 1968’de istifa etti. 1990’da edebiyata katkıları nedeniyle Nobel Edebiyat Ödülü’ne değer bulundu. 76 yaşındayken Nobel’i alan Octavio Paz için İsveç Akademisi “Dürüstlük ve duyarlı bir zekâyla tanımlanan; geniş ufuklu ve ihtiraslı yazıları” için ödüle değer görüldüğünü açıkladı. Akademi açıklamasında şairin 1976’da yazdığı şu dizelere de yer veriyordu “Gördüğüm ve söylediğim/ Söylediğim ve sustuğum/ Sustuğum ve düşlediğim/ Düşlediğim ve unuttuğum arasındadır şiir.” Paz, tüm yapıtlarında kapitalist yabancılaşma yüzünden bozulan insani değerleri vurgularken; O’na göre, “Özgürlük her zaman farklı düşünenlerin özgürlüğüdür... başlangıçta benim tek’liğimin olumlanması olan özgürlük, benden başkasının ve başkalarının’ da tanımlanmasıyla özgürlük olur... Başkalarının özgürlüğü benim özgürlüğümün koşuludur. Özgürlükten yoksun bir demokrasi bir despotizmdir...”[7] * * * * * Hasan İzzettin Dinamo’nun portresini kısacık bir cümleyle en iyi çizen Yaşar Kemal’in, “O bir ermiş, bir kahraman, bir çocuk saflığında, dudaklarında hüzünlü bir gülümseme, yaşadı ve öldü,” betimlemesidir. Dinamo şiirleriyle hep geleceğe seslenmiştir. Yaşadığı günlerden daha iyi olacağına inandığı, Yirmi Birinci Yüzyılın İnsanlarına’ sevecenlikle, “Torunlarımın torunu./ Say ki dedelerin bir masal yaşadı,/ Say ki acılar masaldı,/ Öttür ölümsüzlüğe doğru borunu!” diye fısıldamıştır. 1940 Toplumcu Gerçekçi Kuşağı şair ve yazarlarından Dinamo 1909-1989 bir röportajında, “Biz sürgüne gönderildik ve toplumcu şiir mahkûm oldu Bunun sonucunda, yeniden bir boşluk oluştu ve bu 50’li yıllara kadar sürdü. Daha önce Nâzım Hikmet’le mahkûm olan toplumcu şiir, bir kez de bizimle mahkûm oldu,” demişti. 1944’de yayımlanan Türkiye Sovyet Cumhuriyeti’ başlıklı şiirinden ötürü ceza aldı. Aslında şiirin özgün adı Sosyalist Türkiye Cumhuriyeti’ydi.[8] 1944’te yeni çıkacak bir dergi için yazılmış olan, ancak şiirin müsveddesi emniyetin eline geçtiğinden ötürü yayınlanamayan bu şiir TBMM’nin o dönemdeki kapalı oturumlarında büyük tartışmalara neden olmuştu. O şiirinde Dinamo, “Aziz Türk işçisi!/ Tütüncüm, tornacım, mensucatçım, ateşçim ve şair/ Dünyanın kurtuluş saati çalıyor./ Biliyorum ki en kabadayınız/ Soğuk tütün depolarında/ Koca bir hafta harcadıktan sonra/ Ancak bir kefen parası alıyor,/ Karısını veya çocuğunu gömmek için./ Aziz Türk işçisi!/ Senin bahtın,/ Yaralı parmaklarınla ayıkladığın/ Malum tütünün zifiri kadar karadır./ Haydi, sen de aslanlar gibi göster boyunu,/ Böyle süklüm püklüm durduğunu/ Gören kahpe vurguncular ve onların hükümeti,/ Bırakıp senin nasırlı ellerine/ Bu güzel memleketi,/ Savuşsunlar birer köşeye, çil yavrusu gibi. Öyle silkin ki aziz işçim,/ Benim tornacım, tütüncüm, mensucatçım ve işçim,/ Bütün Türkiye’deki ağaçların/ En üst dallarından en alt dallarına kadar/ Senin nasırlı ellerinle asılanlar/ Harikulade bir meyve zenginliği manzarası versin./ Bu işe meşhur Sultanahmet Meydanı vakası/ Vaka-i Vakvakiye bile imrensin./ Çekip alalım ayaklarından/ Donlarına varıncaya kadar onların,/ Gömülelim koltuklarına o ılık salonların… Dışarıda yağarken buram buram kar,/ Aç ve soğuk günlerden kalma hatıralar,/ Karışıp halka halka Bafra tütünü dumanına/ Bize göz kırpacak uzak yıldızlar. Hülasa, Türkiye Sovyet Cumhuriyeti,/ Çalışmak, yaşamak, gezmek hürriyeti/ İçin kurulacaktır./ Ve bunlara karşı çıkan babamız bile olsa/ İnsafsızca ve merhametsizce/ Tutulup çarmıha vurulacaktır,” derken; şiiri nedeniyle bir yıl ağır ceza alınca askerliği yandı. Buradan sonrası bir kaçma kovalama biçiminde geçecektir. Öldürüleceğinden kuşkulanınca askerden kaçıp bir süre Karacaahmet Mezarlığı’nda saklanır. 1943’lerde yazılan bu günlerin şiirleri Karacaahmet Senfonisi’nde toplanmış, 1960’ta kitaplaşmıştır. Dinamo ancak 1949’da terhis olabildi. Geçimini başka isimlerle çeviriler yaparak sağladı. 6-7 Eylül olaylarında toplumcu yazarlarla bir kez daha tutuklandı, beraat etti. Eserlerini kendi adıyla 1960’tan sonra yayınlatma olanağı bulabildi. 12 Mart 1971 darbesinde de kısa bir süre gözaltında tutulup serbest bırakıldı. Tutuklanmaları sırasında çok sayıda basılmamış romanı ve şiiri yok oldu. Dinamo 20 Haziran 1989’da seksen yaşında öldü. Geriye kocaman bir mücadele ve ölümsüz dizeler bıraktı; tıpkı “Gücünüz varsa sizin/ Sözcüğü tutuklayın./ Öğrenci, kitap, Türkçe/ En güzel kavramı dilimin/ özgürlüğü tutuklayın/ Gücünüz varsa artık/ Usumu tutuklayın.../ Gücünüz varsa sizin/ Ölümü tutuklayın,” dizelerindeki Şükran Kurdakul gibi… “Aydınlığın cesur bir çığlığı”[9] olarak betimlenmeyi hak eden O; “Biz ki acılar döneminden/ Ellerimizi kirletmeden geçtik” demenin onuruyla yaşadı. “Kırk yılın sömüre sömüre bitiremediği” yurduna sevdalı bir yazardı; 15 Aralık 2004’te yaşama veda etti; “Bir hapislik korkusu, bir cesaret/ Bir seferberlik karanlığı, bir ışık/ Bir kitap, her yaprağında anıların kanı/ Bir şarkı alanlara sığmayan/ Bir heves denize çıkar gibi/ Bir sevda dar gelir damarlarına/ Bir resim, kendini arayanlardan biri/ Bir kuşku soranlardan sormayanlara/ Bir gerçek dünyaların gerçeği/ Bir kadın senin gibi/ Bir adam benim gibi,” dizelerindeki öyküsüyle… * * * * * Ve Ece Ayhan… Her fırsatta şiirden söz etti 13 Temmuz 2002’de kaybettiğimiz O. Başka neden söz edebilirdi ki “Dünyada aşktan ve şiirden başka bir şey yoktur” diyen biri? “Ece Ayhan uzun süre görmezden gelindi. Bir nevi sansür uygulandı. Devletin değil, onun uzlaşmaz tutumundan tedirgin olan ebebiyat çevrelerinin, eleştirmenlerin, antoloji hazırlayanların görünmez sansürüydü. Kemalizmi, sosyalizm olarak yutturmaya çalışan aydınların kendi korkularının sansürü. Bu sansür nedeni ile uzun süre Ayhan’ın şiiri saklı kaldı. Çeşitli konulardaki görüşleri bilinmedi. Ta ki 90’lı yıllara gelene kadar. Bu yıllar sınırlı da olsa kafalardaki karakolların yıkıldığı, tabulara dokunulduğu yıllardı.”[10] Ece Ayhan, iktidarın her türüne karşıydı. O’nu farklı kılan da budur. Örneğin, “Öğretmenleri sevmem. Çocukları sınıfta bırakırlar. Düzenle şu ya da bu şekilde uyuşmadır bu” der ve eklerdi “Bilmem meramımı anlatabiliyor muyum? Şiirimin hiçbir zaman iktidara geçmesini istemiyorum, istemem ben…”[11] Edip Cansever’in, “Kendine sürgün; adresi olmayan bir yaratık,” diye tanımladığı onun şiiri itaatsizdir; renklerden en çok mora yakındır. Kapalıdır imgeleri, ama gizli değil. Kuraldışıdır. “Ece Ayhan, İkinci Yeni’nin sivri ismi, mülksüz mülkiyeli, iktidar karşıtı, sivil şair. Tarihi yazanlara inat sarışın değil de karaşın. Parasız yatılı şairlerden, okul numarası hayatı boyunca peşinden gelecek gibi 128. Tarih bilmeden şiir yazılmaz, ben de tarihi kurcalayan bir şairim’ diyen, mor şiirin peşinde bir ozan. Şiiri ise yalınayak şiirdir’…”[12] Ece Ayhan, belki de en çok “Velhasıl onlar vurdu, biz büyüdük…” mısrasıyla anılmalıdır. Ya da “Şiirimiz karadır abiler” Veya “Aşk örgütlenmektir, bir düşünün abiler” dizeleriyle… Ve ille de 1969’da katledilen Battal Mehetoğlu’nu anlatan; Meçhul Öğrenci Anıtı’nda, “Buraya bakın, burada, bu kara mermerin altında/ Bir teneffüs daha yaşasaydı/ Tabiattan tahtaya kalkacak bir çocuk gömülüdür/ Devlet dersinde öldürülmüştür/ Devletin ve tabiatın ortak ve yanlış sorusu şuydu/ - Maveraünnehir nereye dökülür?/ En arka sırada bir parmağın tek ve doğru karşılığı/ - Solgun bir halk çocukları ayaklanmasının kalbine” dizeleriyle! Özetle ardında pek çok mısra bırakır; ve bir de, “Vasiyetimdir, her şeyimi zamana bırakıyorum”u… * * * * * Sonra “Çapraz yalnızlıklar astım göğsüme/ Yollarda bir savaşçı gibi yürüdüğüm doğrudur/ Gözlerle, dillerle kuşatılmış bir ülke/ kalbimdir ona tek sınır” vurgulu, “Yüreğimi bir kalkan bilip sokaklara çıktım// Bugün de ölmedim anne,” dizeleriyle Ahmet Erhan… Onun için “Asla kötülükle uzlaşmadı. Devletin karanlık yüzüyle adını asla yan yana getirmedi… İnsana karşı insan için bir destandı anlattığı,” derdi C. Hakkı Zariç… Bir de Şêrko Bêkes… O’nun şiirleri bir yandan toplumsal ve ulusal olanı önde tutarken bir yandan bireysel olanı ve kırgın aşkları işler. Şiirleriyle çaresiz kalmış halkın ve aşkın sesi olmaya çalışmış ve bunun için çabalamıştır. Şairinin birçok şiirinde onun geçmişini de yakalarız. Bêkes’in geçmişine dönüp baktığımızda ise çoğunlukla yoksunlukları ve yalnızlığı, arafta kalmayı, ülkesine ve insanlarına olan özlemin nedenini görürüz. Şêrko Bêkes, 1940 yılında Süleymaniye’de dünyaya geldi. Aslında şiiri babasından devralmış bir şairdir Bêkes. Babası Faik Bêkes de önemli bir şairdi. Ancak babasını daha çocukluk yaşlarında yitirdi. Bir süre Süleymaniye’de okuduktan sonra Bağdat’ta okumaya devam etti. Daha o zamanlarda modern Kürt şiirine merak saldı ve ilk şiirini on yedi yaşındayken yazıp, yayımladı. O dönemde etkilendiği Kürt şairler ise Goran ve Herdî’ydi. Ekim Devrimi’nden etkilenen şair, Kürt ulusal meseleleriyle de daha çok ilgilenmeye başladı. Zaten o dönemde Irak rejimine karşı bir ayaklanma ve direniş de söz konusuydu. Kısa sürede bu sürecin içinde buldu kendisini. Şiirlerinin ana temasını ülke, peşmergeler ve özgürlük duyguları oluşturdu. Ancak 1965 yılına gelindiğinde Irak rejimi onu tutuklamaya kalkınca çareyi dağlara çıkmakta buldu. Direniş örgütlerine katıldı ve Kürt Özgürlük Direnişi Radyosu’nda çalışmaya başladı. Bir söyleşisinde bu olayların onu çok etkilediğini ve şiirinin omurgasını oluşturduğunu söyler. Çok üretken ve önemli bir şairdi. 41 kitabı yayımlanmıştı. Şiirleri İngilizce, Fransızca, Almanca, Arapça ve Türkçeye çevrildi. Şiirlerinden seçkiler bazı ülkelerde ders kitaplarına girdi ve önemli ödüller aldı. İlginç olan ona ilk ödülünü Saddam Hüseyin’in vermeye çalışmasıdır. Çünkü Saddam da onun şiirlerinden etkilenmiştir. Ondan hem kendisini öven bir destan yazmasını istemiş hem de ödül vermeye çalışmıştır. Ancak Şêrko Bêkes ikisini de reddedince sürgün edilir ve İsveç’e mülteci olarak yerleşir. Bu anlamda ilk ödülü İsveç’tendi. 1987 yılında Tucholsky Ödülü’ne layık görüldü. Özellikle Irak Güney Kürdistanı’nda şiirleri dilden dile dolaştı, ulusal manalar kazandı. Irak rejimiyle baş etmeye çalışan Kürt grupları arasında Ebdula Peşêw’le birlikte ulusal şair olarak anıldı. Orada da Pîremêrd Ödülü’ne layık görüldü. “Ülkem yüreğimdedir,” diyen O, acının, sızının, sürgünlüğün, ülke özleminin ve doğanın şairidir. Dostlar hep gider ama geri dönmezler, aşklar kırgın ve kırıktır. O yüzden giden aşkın yerini başka hiçbir şey dolduramaz. Ülke yürekte taşınacak kadar korunmaya, şefkate muhtaçtır. Onun şiirlerinde her şeyin yeri doldurulabilir bir şekilde ama aşkın yerini ne başka bir şey ne de başka birinin/birilerinin aşkı doldurabilir. Belki de tam bu yüzden vasiyetnamesinde şöyle demiştir “Beni Süleymaniye’deki Azadî Parkı’na, 1983 şehitleri için kurulan anıtın yanına gömün. Orada nefesim kesilmez. Genç kadınlar, erkekler, sevgililer misafirim olur.”[13] * * * * * “Bu dünya ile yazarak ödeşmeyi seçmiş”, “Acısı da sevinci de başım gözüm üstüne” diyen bir şiirdir Şükrü Erbaş dizeleri… “Hayatın sürgüleri var./ Daracık ömrümüzde geniş sıkıntılar/ Mutluluğun geniş kapılarında Usul gülüşlerimizde hüzün lekeleri/ Küçük ayrıntılara yöneldik nicedir./ İçedönük duygulu karamsar İki yüzümüz vardı iki güzelliğimiz/ Umut ve Sevgi, kırmadan aynaları/ Alın kırışığımızda aynı suçun izi var Yalnızlık biricik benzerliğimiz oldu/ Payımıza düşen o yanlış ilişkilerden./ Herkese acısı kadar Ne konuşmalarımızda bir tat/ Ne susmalarımızda bir hikmet/ Hep aynı boşluğa açıldı dar kapılar Olur olmaz şeylerden alınır kırar olduk/ Zamana benzedik iyice, çekilmesi zor./ Aynaların ardında aynı kirin pası var” dizelerindeki üzere O; yabancılaşmaya ve yabancılaştırmaya karşı keskin ve kararlı bir duruşa çağırır bizi. “Şükrü Erbaş Şiiri, esinleyen, etkileyen ve kışkırtan bir şiirdir. İçimizin sokaklarında gezdirir bizi. İnsana ve hayata dair farklı bakış açılarında anlam haritamızı genişletir… Şükrü Erbaş şiiri bir yüzleşme şiiridir aynı zamanda; kendisiyle geçmişiyle ve şimdisiyle... Yüzleşme hesaplaşmayı getirir; çağıyla, otoriteyle, toplumla ve kendiyle... Bu durum, gerçeği sadece bilincimizle değil, duygusal yoldan da algılamamıza hizmet eder. Modern yaşamın katılaştırdığı insanın vicdanına seslenir şair”[14] ve şöyle der hepimize “Seni kendimden tanıdım çocuk;/ Yüreği sürekli çiğnenen bir yol/ Gövdesi acılardan acılara köprü…/ Biraz öfke, biraz umut, çokça onur…” 2013 Londra Kitap Fuarı’ndaki konuşmasında “İnsan olmanın ortak değerlerine yaslanan edebiyat ve sanat, benzerliklerimizi öne çıkararak bize aynı Babil Kulesi’nin çocukları olduğumuzu hatırlatır. Bizleri dünyalı kılan şey başkalarını tanıma ve kabullenme gücümüzdür,” diyen Murathan Mungan’ın, “Her ömrün bir eylülü vardır./ Onca yaşadım şimdi bildim”; ve de “Anda gizlenen zaman/ Ateşin alesta dili/ Bitkiler, otlar, kökler/ Dağlanmış dil, narin rengi/ On binlerin dönüştüğü uğuldarken/ Doğunun yeni defteri/ Topraktan çoban yıldızına değin/ Her yer her şey karanlık bir pusuda/ Yazının, tekerleğin, tarihin/ İlk çocuklarından/ Ey büyük Mezopotamya/ İki bin yıllık gece/ Dön geri bak/ Kardeşlerim ölüyor kalbimin doğusunda” dizeleri de Şükrü Erbaş’ın seslenişini anımsatır bize… * * * * * “Hem hayatın hem de şiirin acemisiyiz,” diyen Süreyya Berfe şiiri geniş açılı bir şiirdir, bazen bir zamana iliştirirsiniz, bazen bütün zamanların şiiri olarak okursunuz. Şairin yaşadığı mekânı yazması zor iştir, çünkü güncelliğin, sığlığın tuzağına düşebilir. Berfe, bu tehlikelerin üstesinden gelir. Bütün bir dünyayı kuşatırken;[15] Yunus Emre’den Nâzım Hikmet’e, Orhan Veli’den Edip Cansever’e şiirde müzik içsel bir olgudur; artısıyla elbette “Şiir anadilde bir derinleşme, aynı zamanda da insanlığın ortak dilidir... Onu ne sadece sözcüklere, ne sadece ses, kurgu, mecaz ya da imgeye, ne sadece düşünce ya da duyguya indirgeyebiliriz... Bütün bunların toplamı ve böylece de basit bir toplama işleminin sonucundan çok daha fazla bir şeydir... Sözcükler ne sadece araç, ne de amaçtır... Amaç, yaşamı daha anlamlı, daha yaşanır ve yaşanası kılmaktır... Yaşam, yaşamlarımız, yalanla, kötülükle, baskıyla, zulümle bozulmuş, kirletilmiş, yaralanmış ve tümüyle bir yok oluş uçurumunun eşiğine getirilmişse ve tek savunu aracımız sözcüklerimizse eğer, insan oluşumuzun değerlerini savunabilmek için onları daha büyük bir sorumluluk, bilinç ve duyarlılıkla kullanmamız gerekiyor demektir... İnsanın özüne saldıran tüketim toplumu ahlâkına karşı, sonsuz bir içtenlikle; insan yüreklerine doğrudan doğruya ulaşan bir söz’le karşı koyabiliriz ancak”![16] Ve nihayet, “Renk renk türkülerin içinden uyanır sevdiğim/ gökyüzü solur saçlarında/ akar da pembesi, sarısı, yeşili renklerin/ bir bahar şarkısı olur yürüdüğün yollar/ sırtüstü bir serinlik seni düşünmek,”[17] dizelerindeki duyarlılıkla, “Şiirin, şairin hayatının bir parçası olduğuna inandım hep,” der Turgay Fişekçi, çok şeyi özetlercesine… 27 Mayıs 2015 110233, Ankara. N O T L A R[*] Arasöz Sanat ve Politika Dergisi, Ekim 2015… Cemal Süreya, Onüç Günün Mektupları, 11. Baskı, Yapı Kredi Yay. , 2014, Louis Aragon, Elsa’nın Gözleri, Çev Hüseyin Demirhan, 2014.[3] Perihan Özcan, “Aragon’un Gölgesindeki Kadın”, Radikal Kitap, Yıl13, No694, 4 Temmuz 2014, Yaşar Atan, “Dönüşsüz Gurbette Bir Yanık Ozan”, Evrensel Hayat, 22 Temmuz 2012, “Her Gerçek Şair Gibi Devrimci Federico Garcia Lorca”, Kızıl Bayrak, No2013/32, 16 Ağustos 2013, Bwerken Bereh, “Yüreğim Bir Kemandı”, Evrensel, 1 Şubat 2014, A. Hicri İzgören, “Yola Yoldaş Bir Yazar”, Gündem, 10 Nisan 2014, Hasan İzzettin Dinamo, TKP, Aydınlar ve Anılar, Yalçın Yay., 1989, ss 250-251[9] Öner Yağcı, “Direncin ve Bilincin Anıtı Şükran Kurdakul”, Aydınlık, 22 Aralık 2014, Hüseyin Kalkan, “Parasız Yatılıların En Parasızı”, Birgün, 18 Temmuz 2012, Ece Ayhan, Sivil Denemeler Kara, YKY, 1998, İrem Dönmez, “Aşk Örgütlenmektir, Bir Düşünün Abiler”, Evrensel, 14 Temmuz 2013, Abidin Parıltı, “Şêrko Bêkes O Bir Asiydi”, Radikal Kitap, Yıl12, No647, 9 Ağustos 2013, A. Hicri İzgören, “… Şükrü Erbaş Şiiri’ İçin Bir Potpori”, Gündem, 27 Şubat 2014, Doğan Hızlan, “Süreyya Berfe’nin Şiiri”, Hürriyet, 22 Nisan 2015, Ataol Behramoğlu, “Şiir İnsanlığın Ortak Dilidir”, Cumhuriyet, 21 Mart 2015, Turgay Fişekçi, İnsan Üstüne Sorular-Yanıtlar, 2006 Yayınevi, 2009, Temel Demirer ağ günlüğü Bunları Okudunuz mu? 08/07/2022 - 1321 08/03/2022 - 1732 07/15/2022 - 1542 07/13/2022 - 1538 07/10/2022 - 1428 07/08/2022 - 2234 Hapishane Edebiyatı DUVAR YAZISI EDEBİYAT KAYINTISI IX Ayhan Kavak. 2'No'Lu T Tipi Hapishane Tarsus DUVAR YAZISI EDEBİYAT KAYINTISI IX Madde 81 İspanya İç Savaşı’nda iki şair; Lorca ve Vallejo... Konuk Yazarlar Girit Leblebisi Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,... Salacalı Hamdi Efendi/ Veli BAYRAK Çoluk çocuğu yok Salacalı Hamdi Efendi’nin. Hiç evlenmemiş. Emekli olunca kendisine Habeş cinsi bir kedi alıp onunla yaşamaya başlamış. Ama... Zamanın İzi/ Sidem SAMSUN “Neyse ki gülün yapraklarını yolmadan yetiştin,” dedi Murat, eliyle banktaki gül yapraklarını yere attı, yana kayarak yanında Berna’ya yer açtı. “...
Türk Edebiyatı denilince akla gelen şiirleri sıralamak oldukça zorlu bir iş. Gerek çok önemli şairlere, gerek çok önemli şiirlere istemeden haksızlık etmek mümkün. Aşağıdaki liste Turgut Uyar, Cemal Süreya, Nazım Hikmet, Edip Cansever, Can Yücel, Attila İlhan, Orhan Veli, Necip Fazıl ve başka birçok önemli şairimizden en çok beğendiğimiz şiirlerin bir derlemesidir. Türk Edebiyatı denilince akla gelen şiirler kesinlikle bu liste ile sınırlı değil, ancak bu listedeki şiirleri mutlaka bilmeniz gerektiğini söyleyebiliriz. Türk Edebiyatı denilince aklınıza gelen en sevdiğiniz şiirleri Yorumlar bölümünde paylaşabilirsiniz. Türk Edebiyatı’nın Önemli Şairlerinden Ruhunuza Dokunacak 20 Şiir Türk Edebiyatı’nın Okumanız Gereken En Güzel 20 Şiiri Türk Şiiri Denilince Bilmeniz Gereken 15 Şair ve Şiirleri 15 Şairimizin Seçme Şiirlerinden Kısa ve Güzel Alıntılar 15 Şairin Ara Güler’in İstanbul Fotoğrafları Eşliğinde 15 Şiiri 1. Turgut Uyar – Vaiz Sokak No. 70 “Ben sana kürk alamam doğrusu Güzel bileklerine bilezik alamam Bir kap yemek, bir elbise Öyle bir tad var ki fakirliğimizde Başka hiçbir şeyde bulamam… Sokağımız arnavut kaldırımı, Evimiz ahşap iki oda. Daha iyisi de olabilirdi ya, Şükür buna da.” 2. Cemal Süreya – Sevgilim Ben Şimdi “Sevgilim ben şimdi büyük bir kentte seni düşünmekteyim Elimde uçuk mavi bir kalem cebimde iki paket sigara Hayatımız geçiyor gözlerimin önünden Çıkıp gitmelerimiz, su içmelerimiz, öpüştüklerimiz Ağlarım aklıma geldikçe gülüştüklerimiz. Çiçekler, çiçekler, su verdim bu sabah çiçeklere O gülün yüzü gülmüyor sensiz O köklensin diye pencerede suya koyduğun devetabanı Hepten hüzünlü bu günlerde” 3. Nazım Hikmet – Ne Güzel Şey Hatırlamak Seni “Ne güzel şey hatırlamak seni. Sana tahtadan birşeyler oymalıyım yine bir çekmece bir yüzük, ve üç metre kadar ince ipekli dokumalıyım. Ve hemen fırlayarak yerimden penceremde demirlere yapışarak hürriyetin sütbeyaz maviliğine sana yazdıklarımı bağıra bağıra okumalıyım… Ne güzel şey hatırlamak seni ölüm ve zafer haberleri içinde, hapiste ve yaşım kırkı geçmiş iken…” 4. Edip Cansever – Gül Kokuyorsun “Gül kokuyorsun bir de Amansız, acımasız kokuyorsun Gittikçe daha keskin kokuyorsun, daha yoğun Dayanılmaz bir şey oluyorsun, biliyorsun Hırçın hırçın, pembe pembe Öfkeli öfkeli gül Gül kokuyorsun nefes nefese.” 5. Can Yücel – Bir Sen Eksiktin Ay Işığı “Bileklerimizi morartmış yeni Alman kelepçeleri, Otobüsün kaloriferleri bozuldu Kaman’dan sonra Sekiz saat oluyor karbonatlı bir çay bile içemedik, Başımızda pirensip sahibi bir başçavuş. Niğde üzerinden Adana Cezaevine gidiyoruz… Bi sen eksiktin ayışığı Gümüş bir tüy dikmek için manzaraya!” 6. Ahmed Arif – Ay Karanlık “Maviye maviye çalar gözlerin, Yangın mavisine Rüzgarda asi, Körsem, Senden gayrısına yoksam, Bozuksam, Can benim, düş benim, Ellere nesi? Hadi gel, Ay karanlık…” 7. Attila İlhan – Yağmur Kaçağı “Elimden tut yoksa düşeceğim… yoksa bir bir yıldızlar düşecek… eğer şairsem beni tanırsan… yağmurdan korktuğumu bilirsen… gözlerim aklına gelirse… elimden tut yoksa düşeceğim… yağmur beni götürecek yoksa beni…” 8. Cahit Sıtkı Tarancı – Desem Ki “Desem ki vakitlerden bir Nisan akşamıdır, Rüzgarların en ferahlatıcısı senden esiyor, Sende seyrediyorum denizlerin en mavisini, Ormanların en kuytusunu sende gezmekteyim, Senden kopardım çiçeklerin en solmazını, Toprakların en bereketlisini sende sürdüm, Sende tattım yemişlerin cümlesini.” 9. Orhan Veli Kanık – Aşk Resmi Geçidi “Gelelim sonuncuya. ona bağlandığım kadar hiçbirine bağlanmadım. sade kadın değil, insan. ne kibarlık budalası, ne malda, mülkte gözü var. eşit olsak, der, hür olsak, der. insanları sevmesini de bilir, yaşamayı sevdiği kadar.” 10. Necip Fazıl Kısakürek – Serseri “Yeryüzünde yalnız benim serseri, Yeryüzünde yalnız ben derbederim. Herkesin dünyada varsa bir yeri, Ben de bütün dünya benimdir derim.” 11. Özdemir Asaf – Lavinia “Sana gitme demeyeceğim. Üşüyorsun ceketimi al. Günün en güzel saatleri bunlar. Yanımda kal. Sana gitme demeyeceğim. Gene de sen bilirsin. Yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim, İncinirsin. Sana gitme demeyeceğim, Ama gitme, Lavinia. Adını gizleyeceğim Sen de bilme, Lavinia.” 12. İsmet Özel – İçimden Şu Zalim Şüpheyi Kaldır “Sen ol küçük bir kıvrımdan, bir heceden aşk için bir vaha değil aşka otağ yaratan sen ol zihnimde yüzen dağınık şarkıları bir harfin başlattığı yangın ile söndür beni bir ses sahibi kıl, kefarete hazırım öyle mahzun ki hüzün ciltlerinde adına rastlanmasın.” 13. Didem Madak – Siz Aşktan Ne Anlarsınız Bayım “kimi gün öylesine yalnızdım derdimi annemin fotoğrafına anlattım. annem ki beyaz bir kadındır. ölüsünü şiirle yıkadım. bir gölgeyi sevmek ne demektir bilmezsiniz siz bayım öldüğü gece terliklerindeki izleri okşadım. çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca acının ortasında acısız olmayı, kalbim ucu kararmış bir tahta kaşık gibiydi bayım. kendimin ucunu kenar mahallelere taşıdım. aşk diyorsunuz ya, işte orda durun bayım ıslak unutulmuş bir toz bezi gibi kalakaldım kendimin ucunda öyle ıslak, öyle kötü kokan, yırtık ve perişan.“ 14. Küçük İskender – Yağmura Çok Teşekkür Ederim “yağmura çok teşekkür ederim bu gece yalnızca cesedime yağdı bana bir şey olursa diye korktum seni birkaç saniye düşünürsem; düşünürken üşürsem diye korktum oturup siyah portakallar yedim oturup korkunç kitaplar okudum içimde bir sıkıntı gibi cinayet içimde bir sığıntı gibi telaş içimde felaket gibi bir merak hislerimin uzağına düştüm, şimdi çok üzgünüm şimdi çocukluğumun uzağına da düştüm daha da düşersem diye korktum”
29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nın 98’inci yılı için hazırlıklara başlandı. Milyonlarca öğrenci bu özel tarih için yeni ve en anlamlı 29 Ekim şiirleri hakkında araştırma yapıyor. Öğretmenler ise, en güzel...
10 KASIM 1938 ATATÜRK'Ü KAYBETTİĞİMİZ GÜN Atatürk ve 10 Kasım ile ilgili en kısa, en uzun ve en çok okunan ezberlenen şiirler. İlkokullar için 19 Kasım şiirleri kısa ve uzun şiirler. En duygusal 10 Kasım ve Atatürk şiirleri. Mustafa Kemal Atatürk’ün vefatının olan 10 Kasım’a sayılı günler kaldı. 10 Kasım’a sayılı günler kala öğrenciler için kolay ezberlenebilen şiirleri sizler için derledik. Atatürk ve 10 Kasım şiirleri bu sıralar google’da en fazla aranan kelimelerden oldu. En kolay ezberlenen ve en güzel 10 Kasım şiirleri. Atatürk’ü özlemle anlatan şiirler ve edebiyat. 10 Kasım Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ün ölüm yıl dönümüme günler kala törenlerde öğrencilerin okuyabileceği en güzel 10 Kasım şiirlerine bu başlık altından rahatlıkla ulaşabileceksiniz. Sizler için seçmiş olduğumuz 10 Kasım şiirlerini bu önemli günde okuyabileceksiniz. İşte en güzel ve anlamlı 10 Kasım şiirleri. 10 Kasım kısa kolay ezberlenen şiirlere gelin hep birlikte bakalım. 10 KASIM Ben hiç 10Kasım’a “Günaydın demem ki” Ben sensiz 23 Nisan’a Hoş geldin diyemem ki Seni özlesek bile Elden ne gelir ki Bir daha senin gibi Gelecek mi ne belli Bak 10 Kasım yine geldi Gözlerde yaşlar tükendi Aradan 78 yıl geçse bile Senin hatıran hiç bitmedi Sabahlar her zaman güzeldir Seni hatırlatmadıkça Günaydın denir ama 10 Kasım olmayınca 10 KASIM 1938 ATATÜRK’Ü KAYBETTİĞİMİZ GÜN Yine günlerden 10 Kasım geldi Sensiz bir yıl daha geçti. İlkelerinin bizimle yaşayacak İzninde hep bu ulus olacak. Yıllar geçip gidecek Fikirlerin hep sürecek Elbet bir gün, gün gelecek Bu ülke yükselecek gidecek. ATATÜRK’Ü YİTİRMEDİK Yıllar Üst üste katlandıkça Acımasız uzadıkça Çelik mavisi gözlerinde Her geçen gün Işığını çoğalttıkça Güzel vatanımızı Kurtardığın anıldıkça Seni yitirmedik ki Dün olduğu gibi Bugün de aramızdasın her an Buna inan Ata’m Yüzyıllar da geçse aradan Sen her zaman anılan Kutsal bir kahramansın. Süleyman APAYDIN 10 KASIM Atam seni çok seviyoruz! Türk ordusu ile savaştın. Atam!seni saygı ile anıyoruz. Türk cumhuriyetini kurdun. Ülkemizi korodun. Ruhun hep cennette olsun. Keşke seni görebilseydim SAAT 9’U 5 GEÇE Saat 9’u 5 geçe Atam dolma bahçede Gözlerini kapamış Bütün dünya ağlamış Doktor doktor kalksana Lambaları yaksana Atam elden gidiyor Çaresine baksana Uzun uzun kavaklar Dökülüyor yapraklar Ben Atama doymadım Doysun kara topraklar ATATÜRK’ÜM SEN YOKKEN Bir Cumhuriyet günü Kalbimizde anılıyorsun Belki o zaman uyuyorsundur Atatürk’üm sen yokken Duydun mu sesimizi Atatürk’üm derken Yankılandı her taraf Atatürk’üm sen yokken Bir cevap ver ne olur Aklım hayalim durur Annem teselli etti Atatürk’üm sen yokken İlginizi Çekebilir Nazmi Kaplan öldürüldü Manavgat’ta Nazmi Kaplan öldürüldü. Diyarbakır’dan Antalya Manavgat’a gelen Nazmi Kaplan isimli şahıs kimliği belirsiz kişi …
Şiirler uzun şiirler ve kısa şiirler diye iki bölüme ayırlmıştır. Kısa şiirlerden sekiz, uzun şiirlerden de sekiz şiir yani toplamda 16 şiir ezberleyenin sözülü notunun birisi 100 olacaktır. Ezberlenecek şiirler aşağıdadır. Başka şiir kabul edilmeyecektir. Şiirler aşağıdadır. Kimseye zorla şiir ezberletmiyoruz. Bu kampanya isteyenler içindir. 1-Şiirlerde anlamını bilmediğiniz kelime varsa, sözlüklerden araştırıp öğreneceksiniz. 2-Kelime sorulduğunda anlamı söylemek zorundasınız. KISA ŞİİRLER BİR GÜNÜN SONUNDA ARZU Yorgun gözümün halklarında Güller gibi fecr oldu nümayan, Güller gibi...sonsuz, iri güller Güller ki kamıştan daha nalan; Gün doğdu yazık arkalarında! Altın kulelerden yine kuşlar Tekrarını ömrün eder ilan. Kuşlar mıdır onlar ki her aksam Âlemlerimizden sefer eyler? Akşam, yine akşam, yine akşam Bir sırma kemerdir suya baksam; Akşam, yine akşam, yine akşam Göllerde bu dem bir kamış olsam! Ahmet Hâşim MERDİVEN Ağır, ağır çıkacaksın bu merdivenlerden, Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak, Ve bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak... Sular sarardı... yüzün perde perde solmakta, Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta... Eğilmiş arza, kanar, muttasıl kanar güller; Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller, Sular mı yandı? Neden tunca benziyor mermer? Bu bir lisan-i hafidir ki ruha dolmakta, Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta... Ahmet HAŞİM AKINCI Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik. Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik. Ak tolgalı beylerbeyi haykırdıİlerle Bir yaz günü geçtik Tuna’dan kafilelerle… Şimşek gibi bir semte atıldık yedi koldan Şimşek gibi Türk atlarının geçtiği yoldan. Bir gün dolu dizgin boşanan atlarımızla Yerden yedi kat arşa kanatlandık o hızla… Cennette bugün gülleri açmış görürüz de Hâlâ o kızıl hatıra titrer gözümde Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik, Bin atlı,o gün dev gibi bir orduyu yendik. ENDÜLÜSTE RAKS Zil, şal ve bahçede raksın bütün hızı... Şevk akşamında Endülüs üç def'a kırmızı... Aşkın sihirli şarkısı yüzlerce dildedir İspanya neş'esiyle bu akşam bu zildedir. Yelpâze çevrilir gibi birden dönüşleri, İşveyle devriliş, örtünüşleri... Her rengi istemez ,gözümüz şimdi aldadır; İspanya dalga dalga bu akşam bu şaldadır . Alnında halka halkadır aşüfte kâkülü Göğsünde yosma Gırnata'nın en güzel gülü.. Altın kadeh her elde, güneş her gönüldedir ; İspanya varlığıyla bu akşam bu güldedir. Raks ortasında bir durup oynar, yürür gibi; Bir baş çevirmesiyle bakar öldürür gibi... Gül tenli, kor dudaklı,kömür gözlü sürmeli... Şeytan diyor ki, sarmalı, yüz kere öpmeli... Gözler kamaştıran şala, meftûn eden güle Her kalbi dolduran zile, her sineden "Ole! Yahya Kemal BEYATLI SESSİZ GEMİ Artık demir almak günü gelmişse zamandan Meçhûle giden bir gemi kalkar bu limandan. Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol; Sallanmaz o kalkışta ne mendil, ne de bir kol. Rıhtımda kalanlar bu seyâhatten elemli, Günlerce siyâh ufka bakar gözleri nemli, Bîçâre gönüller! Ne giden son gemidir bu! Hicrânlı hayatın ne de son matemidir bu. Dünyada sevilmiş ve seven nâfile bekler; Bilmez ki giden sevgililer dönmiyecekler. Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden, Bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden Yahya Kemal BEYATLI Geçmiş Yaz Rü'ya gibi bir yazdı. Yarattın hevesinle Her anını, her rengini, her si'rini hazdan. Hâlâ doludur bahçeler en tali sesinle! Bir gün, bir uzak hatıra özlersen o yazdan Körfezdeki dalgın suya bir bak, göreceksin Geçmiş gecelerden biri durmakta derinde; Mehtap... iri güller... ve senin en güzel aksin... Velhasıl o rü'ya duruyor yerli yerinde! Yahya Kemal Beyatlı Başka Bir Tepeden Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul! Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer. Ömrüm oldukça gönül tahtına keyfince kurul! Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer. Nice revnaklı şehirler görünür dünyada, Lakin efsunlu güzellikleri sensin yaratan. Yaşamıştır derim en hoş ve uzun rüyada Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan. Yahya Kemal Beyatlı Rindlerin Akşamı Dönülmez akşamın ufkundayız, vakit çok geç; Bu son fasıldır ey ömrüm, nasıl geçersen geç. Cihana bir daha gelmek hayal edilse bile, Avunmak istemeyiz öyle bir teselliyle. Geniş kanatları boşlukta simsiyah açılan Ve arkasından güneş doğmıyan büyük kapıdan Geçince başlıyacak bitmeyen sükunlu gece. Guruba karşı bu son bahçelerde, keyfince, Ya şevk içinde harab ol, ya aşk içinde gönül. Ya lâle açmalıdır göğsümüzde yahut gül. Yahya Kemal Beyatlı KOÇAKLAMA Mert dayanır namert kaçar Meydan gümbür gümbürdenir Şahlar sahi divan acar Divan gümbür gümbürdenir Yiğit kendini öğende Oklar menzilin döğende Seşber kalkana değende Kalkan gümbür gümbürdenir Ok atılır kalesinden Hak saklasın belasından Köroğlu'nun narasından Her yan gümbür gümbürdenir Köroğlu ABBAS Haydi abbas, vakit tamam; Akşam diyordun işte oldu akşam. Kur bakalım çilingir soframızı; Dinsin artık bu kalp ağrısı. Şu ağacın gölgesinde olsun; Tam kenarında havuzun. Aya haber Sal çıksın bu gece; Görünsün şöyle gönlümce. Bas kırbacı sihirli seccadeye, Göster hükmettiğini mesafeye Ve zamana. Katip tozu dumanı, Var git, Böyle ferman etti Cahit, Al getir ilk sevgiliyi Beşiktaş’tan; Yaşamak istiyorum gençliğimi yeni baştan. Cahit Sıtkı TARANCI ANLATAMIYORUM Ağlasam sesimi duyar misiniz, Mısralarımda; Dokunabilir misiniz, Göz yaşlarıma, ellerinizle? Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel, Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu Bu derde düşmeden önce. Bir yer var, biliyorum; Her şeyi söylemek mümkün; Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum; Anlatamıyorum. ORHAN VELİ KANIK LAVİNİA Sana gitme demeyeceğim. Üşüyorsun ceketimi al. Günün en güzel saatleri bunlar. Yanımda kal. Sana gitme demeyeceğim. Gene de sen bilirsin Yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim, İncinirsin. Sana gitme demeyeceğim, Ama gitme, Lavinia. Adını gizleyeceğim Sen de bilme, Lavinia. ÖZDEMİR ASAF GURBET Gurbet o kadar acı Ki ne varsa içimde Hepsi bana yabancı, Hepsi başka biçimde. Eriyorum gitgide; Elveda her ümide. Gurbet benliğimi de Bitirmiş bir içimde. Ne arzum, ne emelim... Yaralanmış bir elim Ben gurbette değilim, Gurbet benim içimde. Kemalettin Kamu ANLATAMIYORUM Ağlasam sesimi duyar misiniz, Mısralarımda; Dokunabilir misiniz, Göz yaşlarıma, ellerinizle? Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel, Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu Bu derde düşmeden önce. Bir yer var, biliyorum; Her şeyi söylemek mümkün; Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum; Anlatamıyorum. Siperden Mektup Allah’a duâ et düşman tırpanı Devlet ağacını yolmasın anne Dökülsün altında oğlunun kanı Bayrağın gül rengi solmasın anne. Köyden biri geldi taburumuza; Meğer söz kesilmiş muhtarın kıza; Gece niyet tutup baktım yıldıza; Artık söyle o iş olmasın anne. Düşünme boş gelse posta tatarı Siperden akın var yarın dışarı Kadere razı ol;uzun yolları Bekleyen gözlerin dolmasın anne İbrahim Alaaddin Gövsa ÇOCUKLUĞUM Affan Dede'ye para saydım Sattı bana çocukluğumu Artık ne adım var ne yaşım Bilmiyorum kim olduğumu Hiçbir şey sorulmasın benden Haberim yok olan bitenden Bu bahar havası bu bahçe Havuzda su şırıl şırıldır Uçurtmam bulutlardan yüce Zıpzıplarım pırıl pırıldır Ne güzel dönüyor çemberim Hiç bitmese horoz şekerim. Cahit Sıtkı TARANCI DOST Bir gece habersiz bize gel, Merdivenler gıcırdamasın. Öyle yorgunum ki hiç sorma, Sen hâlimden anlarsın. Sabahlara kadar oturup konuşalım, Kimse duymasın. Mavi bir gökyüzümüz olsun,kanatlarımız Dokunarak uçalım. İnsanlardan buz gibi soğudum, İşte yalnız sen varsın. Öyle hâlsizim ki hiç sorma, Anlarsın… Cahit KÜLEBİ SÖYLE SEVDA İÇİNDE TÜRÜKÜMÜZÜ Söyle sevda içinde türkümüzü, Aç bembeyaz bir yelken. Neden herkes güzel olmaz, Yaşamak bu kadar güzelken? İnsan; dallarla bulutlarla bir, Aynı mâvilikten geçmiştir. İnsan nasıl ölebilir, Yaşamak bu kadar güzelken. Fâzıl Hüsnü DAĞLARCA UZUN ŞİİRLER OTUZ BEŞ YAŞ ŞİİRİ Yaş otuz beş yolun yarısı eder. Dante gibi ortasındayız ömrün. Delikanlı çağımızdaki cevher, Yalvarmak, yakarmak nafile bugün, Gözünün yaşına bakmadan gider. Şakaklarıma kar mı yağdı ne var? Benim mi Allah'ım bu çizgili yüz? Ya gözler altındaki mor halkalar? Neden böyle düşman görünürsünüz? Yıllar yılı dost bildiğim aynalar? Zamanla nasıl değişiyor insan! Hangi resmime baksam ben değilim. Nerde o günler, o şevk, o heyecan? Bu güler yüzlü adam ben değilim; Yalandır kaygısız olduğum yalan. Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız; Hâtırası bile yabancı gelir. Hayata beraber başladığımız Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir, Gittikçe artıyor yalnızlığımız. Gökyüzünün başka rengi de varmış! Geç farkettim taşın sert olduğunu. Su insanı boğar, ateş yakarmış! Her doğan günün bir dert olduğunu, İnsan bu yaşa gelince anlarmış. Ayva sarı, nar kırmızı sonbahar! Her yıl biraz daha benimsediğim. Ne dönüp duruyor havada kuşlar? Nerden çıktı bu cenaze? Ölen kim? Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar? Neylersin ölüm herkesin başında. Uyudun uyanamadın olacak. Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında? Bir namazlık saltanatın olacak, Taht misâli o musalla taşında. CAHİT SITKI TARANCI FAHRİYE ABLA Hava keskin bir kömür kokusuyla dolar, Kapanırdı daha gün batmadan kapılar. Bu, afyon ruhu gibi baygın mahalleden, Hayalimde tek çizgi bir sen kalmışsın, sen! Hülyasındaki geniş aydınlığa gülen Gözlerin, dişlerin ve ak pak gerdanınla Ne güzel komşumuzdun sen, Fahriye Abla! Eviniz kutu gibi küçücük bir evdi, Sarmaşıklarla balkonu örtük bir evdi; Güneşin batmasına yakın saatlerde Yıkanırdı gölgesi kuytu bir derede. Yaz, kış yeşil bir saksı ıtır pencerede; Bahçende akasyalar açardı baharla. Ne şirin komşumuzdun sen, Fahriye Abla! Önce upuzun, sonra kesik saçın vardı; Tenin buğdaysı, boyun bir başak kadardı. İçini gıcıklardı bütün erkeklerin Altın bileziklerle dolu bileklerin. Açılırdı rüzgârda kısa eteklerin; Açık saçık şarkılar söylerdin en fazla. Ne çapkın komşumuzdun sen, Fahriye Abla! Gönül verdin derlerdi o delikanlıya, En sonunda varmışsın bir Erzincanlıya. Bilmem simdi hâlâ bu ilk kocanda misin, Hâlâ dağları karlı Erzincan’da mısın? Bırak, geçmiş günleri gönlüm hatırlasın; Hâtırada kalan şey değişmez zamanla, Ne vefalı komşumuzdun sen, Fahriye Abla! Ahmet Muhip Dranas DOSTLAR BENİ HATIRLASIN Ben giderim adım kalır Dostlar beni hatırlasın Düğün olur bayram gelir Dostlar beni hatırlasın Can kafeste durmaz uçar Dünya bir han konan göçer Ay dolanır yıllar geçer Dostlar beni hatırlasın Can bedenden ayrılacak Tütmez baca yanmaz ocak Selam olsun kucak kucak Dostlar beni hatırlasın Ne gelsemdi ne giderdim Günden güne arttı derdim Garip kalır yerim yurdum Dostlar beni hatırlasın Açar solar türlü çiçek Kimler gülmüş kim gülecek Murad yalan ölüm gerçek Dostlar beni hatırlasın Gün ikindi akşam olur Gör ki başa neler gelir Veysel gider adı kalır Dostlar beni hatırlasın Âşık Veysel ÇOBAN ÇEŞMESİ Derinden derine ırmaklar ağlar, Uzaktan uzağa çoban çeşmesi, Ey suyun sesinden anlayan bağlar, Ne söyler şu dağa çoban çeşmesi. "Gönlünü şirinin aşkı sarınca Yol almış hayatın ufuklarınca, O hızla dağları Ferhat yarınca Başlamış akmağa çoban çeşmesi..." O zaman başından aşkındı derdi, Mermeri oyardı, taşı delerdi. Kaç yanık yolcuya soğuk su verdi. Değdi kaç dudağa çoban çeşmesi. Vefasız Aslıya yol gösteren bu, Keremin sazına cevap veren bu, Kuruyan gözlere yaş gönderen bu... Sızmadı toprağa çoban çeşmesi. Leylâ gelin oldu, Mecnun mezarda, Bir susuz yolcu yok şimdi dağlarda, Ateşten kızaran bir gül ararda, Gezer bağdan bağa çoban çeşmesi, Ne şair yaş döker, ne aşık ağlar, Tarihe karıştı eski sevdalar. Beyhude seslenir, beyhude çağlar, Bir sola, bir sağa çoban çeşmesi... Faruk Nafiz Çamlıbel İSTANBUL'U DİNLİYORUM İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı Önce hafiften bir rüzgar esiyor; Yavaş yavaş sallanıyor Yapraklar, ağaçlarda; Uzaklarda, çok uzaklarda, Sucuların hiç durmayan çıngırakları İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı. İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı; Kuşlar geçiyor, derken; Yükseklerden, sürü sürü, çığlık çığlık. Ağlar çekiliyor dalyanlarda; Bir kadının suya değiyor ayakları; İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı. İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı; Serin serin Kapalıçarşı Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa Güvercin dolu avlular Çekiç sesleri geliyor doklardan Güzelim bahar rüzgarında ter kokuları; İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı. İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı; Basımda eski alemlerin sarhoşluğu Loş kayıkhaneleriyle bir yalı; Dinmiş lodosların uğultusu içinde İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı. İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı; Bir yosma geçiyor kaldırımdan; Küfürler, şarkılar, türküler, laf atmalar. Bir şey düşüyor elinden yere; Bir gül olmalı; İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı. İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı; Bir kus çırpınıyor eteklerinde; Alnın sıcak mi, değil mi, biliyorum; Dudakların ıslak mi, değil mi, biliyorum; Beyaz bir ay doğuyor fıstıkların arkasından Kalbinin vurusundan anlıyorum; İstanbul’u dinliyorum. Orhan Veli Kanık MEHLİKA SULTAN Mehlika Sultan'a aşık yedi genç Gece şehrin kapısından çıktı Mehlika Sultan'a aşık yedi genç Kara sevdalı birer aşıktı. Bir hayalet gibi dünya güzeli Girdiğinden beri rüyalarına; Hepsi meşhur, o muamma güzeli Gittiler görmeye Kaf dağlarına. Hepsi, sırtında aba, günlerce Gittiler içleri hicranla dolu; Her günün ufkunu sardıkça gece Dediler ''Belki bu son akşamdır'' Bu emel gurbetinin yoktur ucu; Daima yollar uzar, kalp üzülür Ömrü oldukça yürür her yolcu, Varmadan menzile bir yerde ölür. Mehlika'nın kara sevdalıları Vardılar çıkrığı yok bir kuyuya, Mehlika'nın kara sevdalıları Baktılar korkulu gözlerle suya. Gördüler ''Aynada bir gizli cihan.. Ufku çepçevre ölüm servileri...'' Sandılar doğdu içinden bir an O, uzun gözlü, uzun saçlı peri. Bu hazin yolcuların en küçüğü Bir zaman baktı o viran kuyuya. Ve neden sonra gümüş bir yüzüğü Parmağından sıyırıp attı suya. Su çekilmiş gibi rüya oldu!.. Erdiler yolculuğun son demine; Bir hayal alemi peyda oldu Göçtüler hep o hayal alemine. Mehlika Sultan'a aşık yedi genç Seneler geçti, henüz gelmediler; Mehlika Sultan'a aşık yedi genç Oradan gelmeyecekmiş dediler!.. Yahya Kemal Beyatlı Milyon Kere Ayten Ben bir ayten tutturmuşum Oh ne iyi Aytenli içkiler içip sarhoş oluyorum Ne güzel Hoşuma gitmiyorsa rengi denizlerin Biraz ayten sürüyorum Güzelleşiyor. Şarkılar söylüyorum Şiirler yazıyorum,ayten üzerine Saatim her zaman ya ayten’e beş var Ya ayten’i beş geçiyor Ne yana baksam gördüğüm o Gözümü yumsam aklımdan ayten geçiyor Bana sorarsanız mevsimlerden ayten’deyiz. Günlerden aytentesi Odur gün gün beni yaşatan Onun kokusu sarmıştır sokakları Onun gözleridir şafakta gördüğüm Akşam kızıllığında onun dudakları Başka kadını övmeyin yanımda gücenirim Ayten’i övecekseniz Ne ala oturabilirsiniz Bir kadehte sizinle içeriz ayten’i İki laf ederiz. Onu siz de seversiniz benim gibi Ama yağma yok Ayten’i size bırakmam Alın,tek kat elbisemi size vereyim Cebimde bir on liram var Onu da alın gerekirse Ben ayten’i düşünürüm üşümem Üç kere adını tekrarlarım karnım doyar Parasızlık da bir şey mi? Ölüm bile kötü değil Aytensizlik kadar ! Ona uğramayan gemiler batsın Ondan geçmeyen trenler devrilsin Onu sevmeyen yürek taş kesilsin Kapansın onu görmeyen gözler Onu övmeyen diller kurusun İki kere iki dört elde var ayten Bundan böyle dünyada Aşkın adı AYTEN olsun. Ümit Yaşar Oğuzcan Kışlada Bahar Kara gözlüm efkârlanma,gül gayrı! İbibikler öter ötmez ordayım. Mektubunda diyorsun ki gel gayrı! Sütler kaymak tutar tutmaz ordayım. Ah çekerim resmine her bakışta. Bir mahzunluk var o boyun büküşte. Emin ol her sigara yakışta, Sanki duman tüter tütmez ordayım. Mor dağlara karargâhlar kurulur, Eteğinde bölük bölük durulur, On dakika istirahat verilir, Tüfekleri çatar çatmaz ordayım... Dağlar,taşlar bu hasretlik derdinde; Sabır sebat etmez gönül yurdunda. Akşam olur tepelerin ardında , Daha güneş batar batmaz ordayım... Aramıza dağlar girmiş koskoca; Meraklanma ,gönlüm dağlardan yüce! Bir gün değil,beş gün değil,her gece Yatağıma yatar yatmaz ordayım... Bahar geldi;koyun,kuzu koklaştı. İki âşık dört senedir bekleşti. Kara gözlüm,düğün dernek yaklaştı. Vatan borcu biter bitmez ordayım! Bekir Sıtkı ERDOĞAN ELİF ELİF DİYE İncecikten bir kar yağar Tozar Elif Elif diye Deli gönül abdal olmuş Gezer Elif Elif diye Elif’in uğru nakışlı Yavru balaban bakışlı Yayla çiçeği kokuşlu Kokar Elif Elif diye Elif kaşlarını çatar Gamzesi sineme batar Ak elleri kalem tutar Yazar Elif Elif diye Evlerinin önü çardak Elif’in elinde bardak Sanki yeşil başlı ördek Yüzer Elif Elif diye Karac’oğlan eğmelerin Gönül vermez değmelerin İliklemiş düğmelerin Çözer Elif Elif diye KARACAOĞLAN MİHRİBAN Sarı saclarına deli gönlümü Bağlamışlar, çözülmüyor Mihriban Ayrılıktan zor belleme olumu Görmeyince sezilmiyor Mihriban Yar, deyince kalem elden düşüyor Gözlerim görmüyor, aklım şaşıyor Lambamda titreyen alev üşüyor Aşk, kağıda yazılmıyor Mihriban Önce naz, sonra söz ve sonra hile Sevilen seveni düşürür dile Seneler, asırlar değişse bile Eski töre bozulmuyor Mihriban Tabiplerde ilaç yoktur yarama Aşk deyince ötesini arama Her nesnenin bir bitimi var ama Aşka hudut çizilmiyor Mihriban Boşa bağlanmamış bülbül, gülüne Kar koysan koz olur askın külüne Şaştım kara bahtım tahammülüne Tasa çalsam ezilmiyor Mihriban Tarife sığmıyor askın anlamı Ancak çeken bilir bu derdi, gamı Bir kor düğüm bastan sona tamamı Çözemedim çözülmüyor Mihriban. Abdurrahim Karakoç BİN BİRİNCİ GECE Gurbetten gelmişim, yorgunum hancı; Şuraya bir yatak ser yavaş yavaş. Aman karanlığı görmesin gözüm, Beyaz perdeleri ser yavaş yavaş. Sıla burcu burcu ,ille ocağım… Çoluk çocuk hasretinde kucağım… Sana her şeyimi anlatacağım, Otur baş ucuma ,sor yavaş yavaş. Güç bela bir bilet aldım gişeden, Yolculuk başladı Haydarpaşa’dan, Hancı, n’olur elindeki şişeden Birkaç yudum daha ver yavaş yavaş. Ben o gece hem ağladım hem içtim, İki gün diyardan diyara uçtum, Kayseri yolundan Niğde’yi geçtim, Uzaktan göründü Bor yavaş yavaş. Garibim, her taraf bana yabancı, Dertliyim çekinme doldur be hancı! İlk önce kımıldar hafif bir sancı, Ayrılık sonradan kor yavaş yavaş. Bende bir resmi var,yarısı yırtık; On yıldır evimin kapısı örtük; Garip bir de sarhoş oldu mu artık Bütün sırlarını der yavaş yavaş. İşte hancı ben her zaman böyleyim, Öteyi ne sen sor ne ben söyleyim, Kaldır artık boş kadehi neyleyim, Şu bizim hesabı gör yavaş yavaş. Bekir Sıtkı ERDOĞAN TOPRAK Dost dost diye nicesine sarıldım; Benim sâdık yârim, kara topraktır. Beyhûde dolandım, boşa yoruldum, Benim sâdık yârim, kara topraktır. Nice güzellere bağlandım kaldım, Ne bir vefâ gördüm, ne fayda buldum, Her türlü isteğim topraktan aldım, Benim sâdık yârim, kara topraktır. Koyun verdi, kuzu verdi ,süt verdi, Yemek verdi; ekmek verdi; et verdi; Kazma ile dövmeyince kıt verdi; Benim sâdık yârim, kara topraktır. Âdem’dem bu deme neslim getirdi; Bana türlü türlü meyva yedirdi, Her gün beni tepesinde götürdü; Benim sâdık yârim ,kara topraktır. Karnın yardım kazma ile bel ile, Yüzün yırttım tırnak ile el ile, Yine beni karşıladı gül ile; Benim sâdık yârim ,kara topraktır. İşkence yaptıkça bana gülerdi; Bunda yalan yoktur ,herkes de gördü; Bir çekirdek verdim,dört bostan verdi; Benim sâdık yârim ,kara topraktır. Havaya bakarsam,hava alırım; Toprağa bakarsam,duâ alırım; Topraktan ayrılsam,nerde kalırım? Benim sâdık yârim ,kara topraktır. Dileğin var ise iste Allah’tan; Almak için uzak gitme topraktan; Cömertlik toprağa verilmiş Hak’tan Benim sâdık yârim ,kara topraktır. Hakîkât ararsan ,açık bir nokta; Allah kula yakın,kul da Allâh’a; Hakk’ın gizli hazinesi toprakta. Benim sâdık yârim ,kara topraktır. Bütün kusûrumu toprak gizliyor; Merhem çalıp yaralarım düzlüyor; Kolun açmış yollarımı gözlüyor; Benim sâdık yârim ,kara topraktır. Her kim ki olursa bu sırra mazhar; Dünyaya bırakır ölmez bir eser, Gün gelir Veysel’i bağrına basar. Benim sâdık yârim ,kara topraktır. Aşık Veysel Koşma Vardım ki yurdumdan ayak göçürmüş; Yavru gitmiş,ıssız kalmış otağı. Camlar şikest olmuş,meyler dökülmüş; Sâkîler meclisten çekmiş ayağı. Hangi dağa bulsam ben o merâli, Hangi yerde sorsam çeşm-i gazali, Avcılardan kaçmış ceylan misâli Gezmiş dağdan dağı ,yoktur durağı. Lâleyi ,sümbülü,gülü hâr almış, Zevk ü şevk ehlini âh ü zâr almış, Süleyman tahtını sanki mâr almış; Gama tebdil olmuş ülfetin çağı. Zihni dehr elinden her dem kan ağlar; Vardım ki bağ ağlar,bağban ağlar; Sümbüller perişan,güller kan ağlar Şeyda bülbül terk edeli bu bağı. Zihni
dünyanın en kolay ezberlenen şiiri